Akka önünde Napolyon’un bir gözleminden bahsedilir. Rivayete göre İmparator, teke tek mücadelede kendi askerlerinin hemen her zaman yenildiğini saptamış ama Fransız ve Osmanlı askerleri grup halinde karşılaşırlarsa daima yüzünü güldürecek bir sonuç çıkıyormuş ortaya. Belki de Napolyon’un böyle bir gözlemi olmamıştır da biz uydurup ona yakıştırmışızdır. Gerçekliğini tartışmak yararsız ama gerçek olabilirliği üzerinden düşünmekte fayda var. İki dövüşçü karşılaştığında, çok şansız bir gününde değilse güçlüsü kazanacaktır. Yani Sultanımız’ın askerleriyle gurur duyabiliriz. Peki göğsümüzü kabartan bu kahramanlardan on tanesinin, dokuz, sekiz hatta yedi alelade Fransız karşısında basiretinin bağlanmasının sebebi nedir? Çünkü grup halinde dövüşmek, organize olabilme becerisi gerektirir.
Bugün otuzlu yaşlarını sürenler, edebiyat derslerinden popüler bir tartışma konusu hatırlarlar: ‘Türkiye, kalkınması için endüstrileşmeye mi yoksa tarıma mı ağırlık vermeli?’ Okullardaki sonuçlar değişebilir ama Devlet Planlama Teşkilatı’nda hangi görüşü savunanların kazandığını iyi biliyoruz. Bu yüzden, seçtiğimiz yolda geride bıraktığımız mesafeyi ölçmek için teknolojik yeteneklerimize bakmamız hiç de yanıltıcı olmaz. Tıpkı, üç kıtadan aldığı vergilerle beslenen Osmanlı’nın sağlığını, savaş gücüyle ölçmenin yanlış olmayacağı gibi... Öyleyse bakışımızı Akka önünde boğuşan askerlerden, bir mühendislik laboratuarına kaydıralım. Yıllardır en iyi öğrenciler mühendislik fakültelerini tercih ediyorlar. Hiç değilse üç beş üniversitede öğretim, gelişmiş ülkelerdekinden daha kalitesiz değil. Bunu lisans sonrası öğrenimine o ülkelerden birinde devam eden hemen her mühendis doğrular. Yurt dışında çalışanlar, oradaki meslektaşlarının kendilerinden daha iyi olmadıklarından şaşkınlıkla bahsederler. Şunu yapmak mümkündür: Elli mühendis seçersiniz şirketinize; hepsi de, örneğin İngiltere’deki bir başka şirketin elli mühendisinden daha yetenekli, daha çalışkan, daha zeki ve daha bilgilidir. Gurur duyduğunuz çalışanlarınıza on yıl maaş ödedikten sonra gerçekleştirilen projeleri, İngiltere’deki o şirkettekilerle karşılaştırın. Bütün o ‘daha’lara rağmen kaybettiğinizi görürsünüz. Akka önündeki gözlem kadar şaşırtıcı bir sonuç…
Ekibin gücünü hesaplamak için kullanılan formül ilk akla gelen değildir: Takımdaki bireylerin güçleri teker teker toplanarak doğru sonuca ulaşılamaz. Gerçek formül çok daha karmaşıktır ve en güçlü değişkenlerinden biri ekip elemanları asındaki uyumu ifade eden katsayıdır. Uyumla kastedilen de sadece yanındakinin canını sıkmamak değildir.
Uygarlık, nimetlerini sunacağı toplumlardan organize olma becerisi istiyor. Bu beceriyi, komutan emretti diye siperlerden fırlayıp ölüme gitmekle karıştırmamalı. Artık ilerlemek için ak tolgalı beylerbeyinin haykırması yetmiyor. İnsanlığa yakışan, şefin sopası olmadan yanındakilerle uyumlu çalabilen sazlardan meydana gelmiş orkestralar kurmaktır.
Tek yürek, tek bilek, tek vücut haykırışlarını yükseltmek kolay. Kendine güvensiz, on bin insanı doldurun stadyuma bağırtın bağırtabildiğiniz kadar. Avrupa’ya ayak seslerini duyurmaya kararlı Türkler olarak da haykırırlar, iki renge kanını adamış taraftarlar olarak da… Meydana getirdikleri vücudun neye benzediğini önemsemezler. Bayat ama doğru bir tespittir: O güruhtakilerin vazgeçmeyecekleri tek koşul, kendi vücutlarının gizlenebilmesidir. Böyle insanlarla yığınlar oluşturulabilir ama orkestralar kurulamaz. Ve sanılanın aksine, o yığındaki bireyler arasında, neredeyse hiç dayanışma yoktur. Antropologların sık kullandığı bir slogan vardır: ‘Evrim israfı sevmez.’ Yani tür, sürekliliğine hizmet etmeyen özellikler geliştirmez. Hücreleri insan olan toplumsal organizmalar için de geçerlidir bu. Bireyler arasında dayanışma olmadan da on bin kişi birlikte bağırabildiğine göre, bu ve benzer yığınları ancak hayalimizde dayanışma ruhuyla süsleyebiliriz.
Sorunumuz Devlet Planlama Teşkilatı’nı aşıyor: Organizasyonun gerektirdiği ilişkileri aramızda kuramadığımızdan, biyolojik izdüşümü volvoksu aşan karmaşıklıktaki toplumsal faaliyetlerde bocalıyoruz. Bu konudaki geri kalmışlığımız yarı iletken teknolojisindekinden çok daha önemli ve köklü. Kıskandığımız dünyaya sesimizi duyuralım diye boğazımızı patlatacağımıza, içinde yaşanabilir bir toplum kurabilmek için, bu eksikliğimizi gidermeye öncelik versek iyi ederiz.